Her şey gittiğinde ne kalır?
- Özlem Kögel
- 7 gün önce
- 1 dakikada okunur
Bazı şeyleri kutulara koyamazsın.

Koridorda şimdiden biraz yankı var.
Duvarlar çıplak, masa boş, çekmeceler açık. Mobilyaların durduğu yerlerde parke zemin daha açık renkte. Her yerde bir zamanlar burada yaşamış bir hayatın küçük izleri duruyor.
Neredeyse her şeyi sattık, bağışladık, paketledik.
Ve yine de ev hâlâ dolu.
Gözle görülmüyor – ama hissediliyor.
Mesela yıllarca akvaryumun durduğu yerde, parkede kalan yaşamımızın izi. Mobilyaları yer değiştirirken oluşan ve hiç boyamadığımız kapı çerçevesindeki küçük çizik. Koridordaki ışık düğmesinin her zaman biraz fazla sesli tıklaması. İlk kez kendi yaptığımız ekmekten kalan mutfak tezgâhındaki minicik göçük. Resim yaparken duyulan yağlı boya kokusu – sessizce kendimle olduğum zamanlar. Oğlumun yeni bir şarkı üzerinde çalışırken ya da bana bir şeyler çalarken çıkan gitar tınıları. Kış bahçesinin çatısına vuran yağmurun sesi – bazen huzur verici, bazen hüzünlü. Ve uzun kış akşamlarında, dışarısı çoktan kararmışken, içeride zamanın biraz daha yavaş aktığı anlarda yanan şöminenin çıtırtısı.
Bunlar kutulara koyulamaz.
Ellerimizle dokunduğumuz her şeyin üzerinde ince birer anı tabakası olarak kalırlar.Ve belki de asıl önemli olanlar, tam da bu şeylerdir.
Peki her şey gittiğinde ne kalır?
Belirli bir şarkı çaldığında yüzümüzde beliren bir gülümseme. Kahve fincanını tutarken içselleşmiş bir alışkanlık. Akşam sessizliğine adım attığımızda derin bir nefes.
Ve birbirimize baktığımızda değişen bakışlar. Daha sakin. Daha açık. Belki de daha kırılgan.
Sanmıştık ki bırakmak, daha az şeye sahip olmak demektir.Ama ev ne kadar boşaldıysa, o kadar çok şeyin bizimle geldiğini fark ettik.
Çantalarımızda değil.
Kalbimizde.
Bir evin sıcaklığı.
Bizi uzun zaman boyunca sessizce eşlik etmiş eşyaların hikâyeleri.
Ve bilmek:
Ev dediğin, geride kalan değil –
yanımızda taşıdığımız şeydir.
İçimizde.
Comments